Levent Safalı
Genç Descartes’in Çağını Yorumlaması
Özet
Descartes nasıl bir “ortama” doğmuştu? Her insan bir ortamın (milieu) ürünü ise “içine doğduğu koşulları” ele alarak onu anlamaya çalışmak yolumuzu aydınlatacaktır. Okuduğu okuldan olduğu kadar bu eğitim sürecinden tatminsizliğini ve yeni bir felsefe ve bilim kurulması gerektiği konusundaki ısrarını nasıl değerlendirmek gerekir?
Descartes, çağının hâkim düşüncesi olan “din ile perçinlenmiş Aristoteles felsefesinin” -tadilatının değil de- tamamen yıkılması ve yenisinin kurulması gerekliliği konusundaki iddiasını neye dayandırıyordu? Bu soruları cevaplayabildiğimiz ölçüde Descartes’ın gözünden “eski”yi teşhis etme ve “yeni”nin olası imkânlarını anlama şansı bulacağız. Elbette bunu yaparken Aristoteles felsefesinin temel kavramlarından “teleolojik neden” tartışmamızda önemli olacak.
Descartes’ın Yöntemini Geliştirme Süreci
Özet
Descartes öncesi her bilim (veya disiplin) için ayrı bir yöntemin kullanılması gerekliliği konusunda kökeni Aristoteles’e dayanan bir uzlaşma vardı. Belki de en kritik adım Descartes’ın bunun gereksizliğini ilan etmesiydi. Böylece tüm bilimler için tek bir yöntemin yeterli olduğu düşüncesine ulaştı. Onun bu kavrayışını takdir etmekle ve öğrenmekle yetinmeyip “arkasındaki düşünsel sürece” bakmaya çalışacağız. Bu Descartes’ın düşüncesinin asıl kavrayış gücünü ortaya koyacaktır. Sonrası ise daha basit olmasa da daha öngörülebilir.
Descartes “eski” düşünceden neredeyse sadece matematiği (özellikle geometriyi) değerli görüyordu. Hakkının verilmediğini düşündüğü bu disiplini kendi yönteminin merkezine yerleştirecekti. Bir alandaki “düşünsel modeli” başka bir alana uygulamak ne kadar meşrudur? Bu her ne kadar bizi ayrı tartışmalara götürecek olsa da gelecekteki okumalarımıza yön verebilir. Bu bağlamda Ludwig Wittgenstein’ın “Dil Oyunları”ndan ve Herman Hesse’nin “Boncuk Oyunu”ndan bahsedeceğiz.
Descartes’ın Yönteminin En Kapsamlı Uygulaması Olarak Meditasyonlar
Özet
Descartes’ın Meditasyonlar isimli eserini kendi yönteminin bir uygulaması olarak ele alacağız. Gerçi o bu yöntemi daha önce pek çok sınırlı alanda (belirli problemlerin çözümü için) kullanmıştı. Ama ilk kez ertelenemeyecek kadar büyük ve önemli görev, bir diğer deyişle, “yeni bir bilim, yeni bir felsefe kurmak gerekliliği” gündemdeydi. Yaptığı işin ne kadar önemli ve hatta affetmez olduğunu bildiği için yöntemine, yavaşlatıcı hatta felç edici olsa da “kuşku”nun en radikal biçimini de ekledi. Bu, bilginin önündeki en büyük “filtre”ydi. Bu filtreden sadece “Cogito ergo sum.” yani “Düşünüyorum öyleyse varım.” geçebilecekti.
Descartes “eski” düşünceden neredeyse sadece matematiği (özellikle geometriyi) değerli görüyordu. Hakkının verilmediğini düşündüğü bu disiplini kendi yönteminin merkezine yerleştirecekti. Bir alandaki “düşünsel modeli” başka bir alana uygulamak ne kadar meşrudur? Bu her ne kadar bizi ayrı tartışmalara götürecek olsa da gelecekteki okumalarımıza yön verebilir. Bu bağlamda Ludwig Wittgenstein’ın “Dil Oyunları”ndan ve Herman Hesse’nin “Boncuk Oyunu”ndan bahsedeceğiz.
Kartezyen Etik veya “Argümanının Götürdüğü Yere Git”
Özet
Yaşamımızda en çok enerjimizi azaltan ve kendimize olan saygımızı eksilten şey, kanımca, “söylediklerimiz ile yaptıklarımız arasındaki açı”dır. Düşünce ile pratik arasındaki bu farkı nasıl temellendirebiliriz, nasıl kapatırız… kapatabilir miyiz?
Sözü edilen sorun entelektüel bir hayat yaşamayı önemseyenler için daha da yakıcıdır. Sokrates’de ölüm ile kapanan bu açı, Descartes’da farklı ve özgün bir biçimde doldurulmuştur. Rasyonel yaşamı her şeyin önüne koyan “Stoa düşüncesi” ile harmanlanmış “geçici ahlak” Descartes’a “argümanının götürdüğü yere gitme” konusunda önemli imkânlar sunmuştur.
Oturum boyunca Stoacı düşünceye değinecek olsak da asıl olarak “geçici ahlak” üzerinde duracağız. Her türlü radikal veya devrimci süreci öncelemesi gereken bu yaklaşım, belki de Descartes’ın güncelliğini en fazla duyumsayacağımız alan olacaktır. Bu onun “geçici ahlakı”nı benimsemek değil kendimizinkini geliştirmek anlamında önemlidir.