Kimlik ve Bellek

11-14 Nisan 2019
Tiyatro Medresesi

Kimliğin bellekle olan ilişkisi vazgeçilmezdir; kimlik, bireyin özerkliğini simgelerken bellek de kimliğin dağıtılmasına ve kalıcılaşmasına aracılık eder. Kimlik savaşımlarının bir nedeni de belleğe yerleşme sayesinde tatmin edilen “biricik olma” ve “sonsuza kalma” talebidir; birey, kendisini diğerlerinden ayırarak öznelliğini evrenin arşivine kayıt eder.

Eril heterotopyalar, kuir teorinin mekânla ilişkisi, mikro kökenleriyle ötekileştirilme, popülizm ve kutuplaşma, gerçek-ötesi, belleksizleştirilme rejimleri, kentsel psikanaliz, zihin ve iç çatışma, insan yüzü ve kişilik izlenimi gibi konuların irdelendiği Kimlik ve Bellek, bir yandan belleğin kurulma sürecinde kimliklerin egemenleşme yollarını ve toplumsal kopuşların yarattığı eksikliği ve tamamlanmamışlığı ortaya koyarken bir yandan da bireyin tanıma ve tanınma süreçlerindeki sapaklanmaları çözümledi. Çoğunluk şiddetinin ve tarih yazımı aracılığıyla marjinalleştirmenin neden olduğu sorunlardan nasıl kurtulabileceğimizi önerilere açan ve doğruyla yanlışın belirsiz kılındığı bir dönemi sosyal algı ve sosyal biliş bağlamlarında tartışan etkinlik, içinde bulunduğumuz sürer durumu değerlendirdi.

Tuna Öğüt

Eril Heterotopyaları Aşmak: Mekânsal Bir Tartışma

Özet

Ekstravagant yaşamlar ile fazla mütevazı dışa vuramayışlar arasında geniş bir alana yayılmış gibi görünebilen tartışma aslında uçlara sıkışır. Ayrıcalıkları olmayanlara yer açamayan, ötekiliğe mecbur kalmış ve içindeki eylemin duyarsız kılıfı olmayı yeterli gören böylesine bir mekân tarifi bir takım başka sorunlarla daha beraber gelir. Böyle bir alanın, onur yürüyüşlerinin erken yıllarına tekabül eden gey barlar gibi, yalnızca orta-üst sınıf, kendisinden beklenen dışa vurumları tekrarlayan erkek geylere mahsus olması kapsayıcılık konusunda endişe verirken, kapsayıcılığın kendisi de alt-üst ilişkisini doğrulayışı bakımından endişe vericidir. Eril heterotopyalar ya uzakta durmayı ya da gizli kalmayı gerektiren kurtarılmış bölgeler olmaları sebebiyle tam da erk taleplerini doğrular ve  toplumun hassas ayarlarını ihlal etmeden geçinip giderler. Bu bağlamda heterotopik alanların kuir oluşu ne kadar temsil edebildiklerini sorgulamaya açmak gerekir.

Beden, Yer ve Kimlik: Kuir Teorinin İmkânları

Özet

Bedene Kartezyen olmayan bir çerçeveden baktığımızda özne, nesne ve mekânı da ayrıksı olmayan bir biçimde algılamak mümkün hâle gelir. Bedenlerin çözündüğü bu alanda şeyler birbirlerine doğru uzarlar. Böyle bir alanda bedenlerin nerede başlayıp nerede bittiğine dair sabit ve kesin tariflerde bulunmak olanaksız hâle gelir. Birbiri ile fiziksel, sosyokültürel veya anlamsal katmanlarda ilişkilenen bu çözünük parçalar, içinde bulundukları zaman ve eylem ile birlikte değişirler. Bedenlerin geçici olarak belirip kaybolduğu ve türünün tek örneği olabilecek kadar özelleştiği böylesine bir alanda, anlamlı biçimde tarif edilebilir ve iletişilebilir kimliklerin varlığından söz edebilir miyiz?

Bedenlerin anlık olarak bünyesinde barındırdığı alt parçaların neler olduğu ve nasıl bir eylem içerisinde oldukları, bahsi geçen bedenin ne olduğunu performatif biçimde tanımlar. Bu bakımdan kuir teori içerisinden bakılan bedenler, kimlik politikalarına özne olmaya ayak diretirler. Lakin, bahsi geçen bedenlerin geçiciliği ve kesinsizliği, onları bütünüyle muğlak kılmaz. Belirtilmiş bir an için incelenebilirler. Böyle bir durdurup yakından bakma anında, parçaların nasıl ilişkilendiği ve oluşturdukları bütünün ne anlama geldiği kavranabilir, sosyokültürel imaları çözümlenebilir. Bu anlamlı anların içinde oldukları süreçler ve bunların birikmesi, bahsi geçen bedene dair bir bellek yaratır. Parçalar aşina oldukları bağlamlarda karşılaştıkça nasıl bir araya geleceklerini bilir hâle gelirler ve benzer bedenler yaratırlar. Böyle bir alanda bu bedenlerin kimlikliliğinden bahsetmek mümkün hâle gelir.

Kimliklerin oluşumunda yerin etkisi dikkate alındığında, kuir teori ile ilişkisinin kurulmasının gerekliliği daha açık hâle gelir. Bu doğrultuda, yer ve kimlik politikaları içinde kuir teorinin imkânlarını inceleyecek sunumda, mekân kavramını ve öznelerin eylemini öncelemekten ziyade, yer kavramını ve öznelerin bedenlerin içinden ayıklanamayacakları fikrini benimseyen bir tartışma kurgusu izlenecektir.

Emre Erdoğan

Ötekileştirmenin Mikro Kökenleri: Diğeriyle Birlikte Yaşayabilmenin Önündeki Engeller

Özet

Kategorizasyon (tasnif, sınıflama), insanın toplumsallaşmasının doğal bir süreci olarak ortaya çıkmaktadır. “Ben” kavramı dahi ilişkisel bir biçimde “diğerlerinin” varlığına bağlıdır. Bireyin kendisinin kimliğini inşası farklı “bizlik” halkalarının oluşmasıyla gerçekleşit ve bu bizlik halkaları çoğu zaman “sahte-türler” üretme işlevini üstlenirler.

Bireyin bir başkasını kendisine denk-eşit görmemesi, kendisinin haklarına sahip olmaya layık bulmaması, kimliklerin inşasına ve dışlayıcılığına doğrudan bağlıdır. Örülen duvarlar, yaratılan kategoriler ve kimlikler arasındaki hiyerarşi, ötekileştirmenin olmazsa olmaz koşullarıdır.

Sunumda öncelikle ötekileştirme kavramının bireysel-mikro düzeyde bir tarifi yapılacak ve çeşitli saha araştırmalarına referans verilerek ötekileştirmenin boyutları, ölçümü, kolaylaştırıcıları ve engelleyicileri tartışılacaktır. Amaç ötekileştirmenin bireysel mekanizmalarını anlayabilmektir.

Türkiye’de Siyaset ve Ötekileştirme: Popülizm, Kutuplaşma ve Gerçek-Ötesi

Özet

Popülizm ve yükselişi, 21. yüzyılın önemli kavramlarından biri olarak ortaya çıkmakta ve neredeyse her seçim dalgası popülizmin başarısının kanıtı olarak algılanmaktadır. Popülizmin ortak bir tanımı geliştirilemediği gibi bireysel düzeydeki ilişkileri de henüz anlaşılmamaktadır. Öncelikle popülizmin bireysel düzeyde ölçülemediğini kabul etmek gerekir; popülizm bir siyasi eğilim ya da kişilik özelliği değildir, ancak popülizmin daha kolay kabul görmesini sağlayan ilişikleri bulunmaktadır.

Popülizmin yükselişini kolaylaştıran en önemli unsurlardan biri siyasal kutuplaşmadır. Bireylerin diğer parti taraftarlarını “ötekileştirmeleri” ve duygusal mesafelerin artması olarak görülen siyasal kutuplaşma, popülist aktörlerin “biz ve onlar” ayrımını kolayca iletebilmelerini sağlamaktadır. Bir anlamda popülizm ötekileştirmenin seçmen düzeyinde tezahür etmesinden yararlanmaktadır.

Sunumda makro düzeyde bir olgu olan popülizm ile mikro düzeydeki kutuplaşma olgusuna odaklanılacak ve bu ilişkiyi güçlendiren kurumsal ve yapısal etmenler incelenecektir. Son olarak “gerçek-ötesi” kavramının popülizm ile ilişkisine yine bireysel düzeyden yaklaşılacaktır.

Adil Sarıbay

Eski Zihin, Yeni Zihin: İç Çatışma Mahkûmiyeti ve Kimlik Arayışı

Özet

Peki modern insan hangi tip sürece yaslanarak kimliğini tanımlayabilir veya tanımlamalıdır? “Ben” dediğimiz şey hangisinin ürünüdür? Ne zaman sezgilerimize ne zaman “aklımıza” güvenmeliyiz? Bu ikisi çatıştığı zaman, hangisini tercih etmeliyiz? Birisi diğerine toplamda ve kesinlikle üstün müdür? Bazı insanlar daha sezgisel, diğerleri daha mı analitiktir? Bundan nasıl etkilenirler? Sahte haberler, komplo teorileri, demokrasi, popülizm, ahlaki yargılar gibi olguların bu süreçlerle alakaları nedir?

Bu soruların bazılarının net cevabı değer yargıları içerse de modern psikoloji ve bilişsel bilim çalışmaları bize önemli ipuçları verebilir. Bu oturumda bir yandan psikolojinin bu konudaki araştırmalarına dair örnekleri, teknik detaylarıyla beraber irdeleyecek bir yandan da hem birey hem toplum olarak iyi bir hayat yaşamak için bu zihinsel yetilerimizi nasıl dengelememiz gerektiği gibi çok daha geniş bir soruya dair beraber bir arayış içinde olacağız.

İnsan Yüzü Kimliğe Açılan Pencere Midir?

Özet

Sıradan koşullarda ilk kez karşılaştığımız kişilerle hemen göz kontağı kurarız ve etkileşim boyunca dikkatimiz çoğunlukla yüzlerine odaklı kalır. Bazen telefonda konuşmak, karşımızdakinin yüzünü göremediğimiz için eksik hissettirir. Evlilik programlarında insanlar paravanların arkasında birbirlerinin yüzünü görmek için heyecanla bekler. Konunun uzmanı Leslie A. Zebrowitz’in bir kitabının başlığında işaret ettiği üzere insan yüzüne sanki ruha (ya da kimliğe) açılan pencereymişçesine davranırız.

Bu görsel yatırım, gerçekten de bize çok kısa bir süre içinde bir kişilik izlenimi olarak geri döner. Karşımızdaki insanın kimliği hakkında çeşitli fikirlere sahip olmuşuzdur. Bu fikirler nereden çıkar? Neden bu kadar süre içinde oluşurlar? Bunu engelleyebilir miyiz? Bu izlenimlerimizin ne kadar farkındayızdır? Onları sonradan değiştirebilir miyiz ve bu ne kadar kolay veya zordur? Bu izlenimler tamamen yüzün şekli tarafından mı (ve öyleyse tam olarak hangi bölgeleri) belirlenirler? İzlenimlerimizin doğruluk payları nedir? Karakteri yüzden okumak ne kadar mümkündür? Yalan söyleyeni yüzüne bakarak anlar mıyız? Bazı insanlar yüzleri daha iyi mi algılarlar?

Bu oturumda bu tür sorulara dair modern psikoloji literatüründeki araştırmaları irdeleyeceğiz.  Yüzlerden kimliğe bir pencere açıldığına inanmak istesek bile bu o kadar kolay açılan veya çok geniş bir pencere olmayabilir. Ancak daha genel olarak ilk izlenimler ve sosyal algı alanındaki araştırmalar bize insan psikolojisi hakkında beklemediğimiz şeyler öğretebilir. Oturumun geri kalanında bu potansiyeli değerlendirmek üzere sosyal algı-sosyal biliş alanına kuş bakışı göz atacağız.

Adil Sarıbay

Emre Erdoğan

Tuna Öğüt